Psikoeleştiri – Edebiyat Alanında Tez Yaptırma – Edebiyat Tez Yaptırma Ücretleri – Edebiyat Ödevleri – Edebiyat Ödev Ücretleri

Psikoeleştiri
Charles Mauron, kendi varsayımlarına göre, öznel sanat fenomenini psikanalitik teoriye dayalı bilimsel bir anlayışla incelemeye girişen bir tür psikolojik eleştiri olan “psikokritisizm”in mucididir.
Mauron’un geliştirdiği yöntem dört yönlüdür: (1) bir yazarın tüm eserlerinde işe yarayan zorlayıcı motifleri, saplantılı yapıları ve metaforları araştırmak; (2) altında ve arasında gizlenen baskın fantaziyi bulma amacıyla, bir seti diğeriyle “üst üste bindirmek”; (3) eserler boyunca bu ‘birlikler ağının’ varyasyonunu çizmek; (4) yazarın yaşamını doğrulamak için incelemek ve sonunda onun “kişisel mitine” varmak.
Kişisel mite yol açan, yazarın hayatında fantazinin nasıl işlediğinin anlaşılmasıdır; insan ve mit arasındaki ilişkiler bu nedenle alıştırmanın ana nesnelerinden biridir. Mauron, Nerval, Van Gogh, Mallarmé üzerine yazmıştır, ancak klasik psikopatografide olduğu gibi, bir yazarın patolojisinin göstergesi olarak çalışmanın gizli içeriğiyle ilgilenmiyor.
Onu ilgilendiren şey, bir sanatçının belirli psişik başarılarla takıntısında ustalaşması ve bu amaçla çeşitli ego-psikolojilerini, özellikle Klein (yansıtma ve içe yansıtma), Anna Freud’u (savunma mekanizmaları) ve çeşitli ego-psikolojilerini uyarlayıp özümsemesidir.
Pratiğini klasik Freudyen eleştirmeninkinden ayıran bir başka faktör de, psikanalizin bulgularını doğrulamak için literatürü kullanmaması, ancak eleştirmenin sanatçının çalışmasında keşfettiklerini doğrulamak için psikanalizi kullanarak hiyerarşiyi tersine çevirmesidir. Ancak Mauron için nihayet tehlikede olan şey, kişisel bilinçdışının eseri olan gizli bir birliğin keşfidir. Yöntem, başkaları için, örneğin Sartre’ın La Nausée’sindeki bir sahnenin yakın metinsel okumasında Serge Doubrovsky için değerli olmuştur.
LACANYAN ELEŞTİRİ
Lacan’ın Freud’a dönüşünün merkezinde, Freud’un öznel, özel, gerileyici olarak dilek kavramından, öznelerarası, kamusal, geleceğe yönelik olarak arzu kavramına geçişi yer alır. Freud’un teorisindeki arzu, annenin rolünün belirleyici olduğu, geçmiş bir tatmin ya da hüsranla bağlantılı bir anı-imgenin yeniden etkinleştirilmesine yöneliktir.
Lacan, yapısal dilbilimde temellenen bir teori aracılığıyla bu gerileme üzerinde yoğunlaşmaktan kaçınır. Saussure’den dil kavramını, birbirlerinden farklılıkları tarafından belirlenen bir işaretler sistemi olarak alır. Ama Saussure’ün göstergeyi gösteren (ses-imge) ve gösterilenin (kavram) bağı olarak gördüğü yerde, Lacan her göstereni bilinçsiz arzuyla yüklü olarak görür.
Bedensel ihtiyacın içsel özel deneyimi ile bunun dış kamusal yorumu arasında bir boşluk açılır. Ne özne ne de başkaları bu boşluğu tanımıyor. Lacan’ın özne teorisi, gösterenlerin ihtiyaç üzerine dayatılmasıyla bilinçdışıyla var olan bu boşluğu vurgular.
Dil aracılığıyla ihtiyaç, Öteki’ne (işaret sistemindeki diğer özneler), Öteki’nin vermek zorunda olmadığı bir mutlak sevgi talebi biçiminde yöneltilir. Geriye kalan, bastırılmamış arzu, Öteki’nin arzusunun tanınması arzusudur. Psikanaliz söylemi burada her türlü konuşma veya yazı için bir model olarak alınır: Lacan’ın kötü şöhretli üslubunun tanık olduğu, gizli veya açık hiçbir sabit anlam yoktur.
Klasik psikanalitik eleştiri bilinçli ve bilinçsiz anlam arasında kesin bir ayrımla çalışırken, Lacan’ın teorisinde bilinçli ve bilinçsiz birbirinden ayrılamaz. Bilinçdışı, üzerinde etkilenmiş olan gösterenlerin işaretlerini taşır. Metin artık gerileyen arzuları barındırmaz, hem geçmiş hem de gelecek deneyimi kapsayan mevcut arzularla meşgul olur.
Bir zamanlar kendisinde olmayan bir bütünlük vaat eden ayna görüntüsü tarafından cezbedilen bir çocuk gibi, metin de temsilinin gücüyle okuyucuyu cezbeder. Ama aynı zamanda metin aynı zamanda Kanun’dur (Lacan’ın “Sembolik dil düzeni”), ayna yanılsamasını paramparça eder ve okuyucuyu dağıtır.
Psikanaliz Temsilcileri
Edebiyat ve Psikanaliz
Psikanalitik şiir incelemesi
Bilinçaltı Edebiyat
Hem metindeki okuyan özne (karakterler) hem de metnin okuyan öznesi (ampirik okuyucu) bir tekrar yapısına yakalandığından, İmgeselin cazibesi, öznenin anlamlandırma zincirinde yakalanmasının bir başlangıcıdır.
Metin, kendi imgesinin peşinden koşan, ancak anlamlandırma zincirinde tuzağa düşmek üzere olan dikkatsiz okuyucu/karakter için bir tuzaktır. Okuyucu bu nedenle metnin insafına kalmış olarak görülebilir, çünkü okuma sırasında hangi göndergesel etkilerin devreye gireceğini bilemez; ama metin aynı zamanda kendi bilinçdışının aracı etkilerinden dolayı okurun insafına kalmıştır.
Dil, kişisel ve kültürel olanın kesiştiği, anlamın sürekli olarak yer değiştirdiği yerdir. Psikanalitik okuyucu kuramının zorluklarından biri metne bir bilinçdışı atama sorunu olmuştur: Lacan’a göre aktarım dilde devam eden bir süreçtir, ancak bilinçdışı tanımlanamayan kalıntı veya fazlalık olduğu için, her zaman ne yazarın ne de okuyucunun sonunda dolduramayacağı boşluklar olmalıdır.
Hem yazar hem de okuyucu dil stratejileri tarafından kontrol edilir. Poe’nun The Purloined Letter okumasında Lacan (1972), gösterenin yer değiştirmesinin bir alegorisini sunar: metindeki karakterler, Lacan için fallus olan ana-göstergenin konumu tarafından belirlenir.
Lacan’ın bu hikayeyi okuması edebi bir yorum değil, psikanalitik teori ışığında bir söylem çalışmasıdır. Lacan, bir dizi karaktere önceden belirlenmiş bir güç sistemi içindeki yerlerini atayan bir arzu yapısı ortaya koyar.
Şizoanaliz
Gilles Deleuze ve Félix Guattari (1975), Lacan’ın bir anlam zinciri nosyonuna dayanan, ancak bir ana-göstergenin, egemen olarak Baba Yasası’nın gerekliliğini reddeden daha radikal bir eleştiriyi savundular. Psikanaliz, bilinçdışını açlık ve yoksunluk olarak nitelendirdiği için isyan ederler.
Onlara göre Freudcu bilinçdışı kapitalist bir inşadır, içselleştirilmiş bir güç ilişkileri dizisidir, kapitalizmin ailede ürettiği baskının sonucudur. Psikanaliz bu sürece yardım eder ve yataklık eder, oysa ‘şizoanaliz’ libidoyu temsilden ve üretimden önce gelen bir akış olarak görür. Şizoanaliz bir bilinçdışı inşa etmeyi amaçlar.
Deleuze ve Guattari’ye göre arzu, eksiklikten kaynaklanmaz, ancak başlangıçtan beri açıklanamaz bir şekilde mevcuttur: kayıp bir nesneyi arayan herhangi bir özne kavramını reddederler. Üretken bir bilinçdışının işlevi, temelde kayıp bir nesnenin izini korumak değildir.
Enerji kaygıya indirgenmez, yeni eklemlenmelere doğru çabalayan pozitif bir yoğunluk olarak teşvik edilir. Bedenler “arzulayan makinelerdir” çünkü makineler akışları düzenler ve birbirine bağlar. Bu Lacancı revizyonistlerin Lacan’dan aldıkları şey, benliğin dil aracılığıyla bedensel deneyimden inşa edildiği için dil sistemlerinin yerleşik bir istikrarsızlığa sahip olduğu anlayışıdır.
Bilinçaltı Edebiyat Edebiyat ve Psikanaliz Psikanalitik şiir incelemesi Psikanaliz Temsilcileri
Son yorumlar